24 Haziran 2009 Çarşamba

Sağlıklı Tarım, Sağlıklı Ürün, Sağlıklı Toplum...


“AB’ye adaylık süreci yaşadığımız şu dönemde; ülkemizin doğal kaynaklarını, bitki çeşitliliğini, yorgun Avrupa topraklarına karşı genç topraklarını, genç nüfusunu kullanarak Avrupa’nın bir numaralı gıda üreticisi olmamamız için hiç bir neden yoktur” bu yüksek bir iddia ama bilimi, teknolojiyi, eğitimi, sivil örgütlenmeyi layığıyla gerçekleştirebilirsek hiç de uzak değil.

Ülkemiz biyolojik çeşitliliği, tüm Avrupa ülkelerinin tamamının biyolojik çeşitliliğine yakındır. Kırlarda gördüğümüz en küçük bir bitki bile bizi öne çıkaran zenginliğimizdir. Topraklarımızın bu zenginliği geçmişte Batı’daki pek çok tarım ve gıda sanayine altyapı sağlamıştır
(örn: meyankökü, kekik, nane, keçiboynuzu, bambus arısı, ve daha niceleri...)

Ancak şu dönemde Türk tarımına yeterli destek verilmez ise, gelişim sürecinin önüne bir tıkaç olarak bir takım şartlar sürülürse, Türkiye Avrupa pazarı olarak görülmeye başlanırsa, asıl tehlike başlamış olur. Stratejik öneme sahip tarım ve gıda sektörümüzü kaybetmiş oluruz. Bu aşamada, AB ile tarım müzakerelerinde çok dikkatli davranmamız gerekmekte.

Tüm dünyada; endüstriyel üretim şekli, yoğun teknolojik yorgunluğa yol açmış, sağlıksız bir üretim şekline dönüşmüş durumda. Kamuoyunda büyük tartışmaları yaşanıyor.

Arıların faaliyetleri hem kendi türlerinin devamlılığı hem de bitkilerde tozlaşmayı ve döllenmeyi sağlayarak flora zenginliği sağladıkları için tarımsal üretimin sağlığı, devamlılığı ve dolayısıyla insan sağlığının devamlılığı için çok önemlidir.

Bitkiler adeta süslenmiş bir gelin gibi, bütün güzellikleriyle balı ve poleni ile arıları cezbetmek için hazır beklerler. Arılar da bu nektarların vitamin, anti-oksidant, anti mikrobiyal ve daha pek çok özelliklerini geliştirerek insanoğlunun hayatına taşırlar. Önce kendilerine sonra da insanlığa bütün doğanın sağlığını sunarlar.

Arılar gelmiş geçmiş üretim metotlarından, biyolojik çeşitliliğe en fazla destek veren canlılardır. Onlar vasıtasıyla bitkiler doğal olarak üremelerini devam ettirirler, onlar bizlere en saf en doğal ürünlerini sunarlar. Bu ürünler, bildiğimiz gibi sadece bal olmayıp arısütü, polen, propolis, arı zehri gibi ürünlerdir.

Dünyada ilaçtan kozmetik sanayiye pek çok alanda kullanılan ve çok kıymet gören bu ürün kaynakları ülkemizde her yıl işlenemeden heba olmakta ve biz de bu ürünlerin ithalatçısı konumuna düşmekteyiz. Artık sanayiciler ve araştırma enstitüleri, üniversiteler ve çiftçiler kol kola verip yeni teknolojileri ve ürün işleme kapasitemizi geliştirmeli ve her yıl heba olan bu kaynakları ekonomimize kazandırmalıyız.

Avrupa dünyanın en fazla bal ve arısütü, polen, propolis, arı zehri gibi diğer arı ürünlerinin ithalatçısı durumundadır. AB Üyeliğine giden süreçte bize düşen iyi ve koordineli organizasyonlar arası çalışma ile Avrupa’nın bir numaralı tedarikçisi olmaktır.

Halen, tarım sanayinde üretim ve işletmede ve dolayısıyla ihracatında pek çok eksikliklerimiz ve yanlışlarımız var. Bunların en başında çiftçi örgütlerinin yeterince gelişememesi, bilgi-eğitim noksanlığı ve bilinçsizce yapılan tarımsal faaliyetler var. Elbette geçmiş yıllara oranla çok büyük mesafeler kaydedildi. Zirai faaliyetlerde kullanılan tarımsal ilaçların yerine biyolojik yöntemlerin önemi anlaşılmaya başlandı ve bu da ürün kalitesi açısından önemli gelişmeler kaydedilmesine yol açtı. Fakat bu çabalar yeterli değil. AB’nin en büyük doğal kaynaklarına sahip ülke olarak Avrupa’nın doğal gıda deposu olmak istiyorsak alabileceğimiz tedbirleri şöyle sıralayabiliriz:
Öncelikle hiçbir teknoloji adına, yenilik adına, üretim adına doğal kaynaklarımızı yok etmememiz gerekiyor. Her şeyi doğal kaynaklarımız üzerine inşa etmek gerekir.

Çiftçilerin örgütlenmesi ve eğitimi en önemli konudur. AB’nin en büyük sebze meyve üreticisi olan İspanya, (Toplam Avrupa 12 milyar Euro, İspanya 7 milyar Euro) Avrupa Tarım Politikaları çerçevesinde 600 kadar üretici örgütü sayesinde bunu başarmıştır. Kalite odaklı ve de en önemlisi planlı bir üretim şekli geliştirmişlerdir. Burada en önemli noktalardan birisi de gıda güvenliği ve bunun sürekliliğidir.

5179 nolu yasanın Avrupa standartlarında çıkmasından sonra tek uygulayıcı, denetleyici Tarım Bakanlığı olması dolayısıyla da üreticiler üzerinde olumlu bir etki bıraktığı ve bırakacağı güvencesi olumlu bir mesafedir.

Avrupa’da büyük zincir marketlerin özellikle gıda güvenliği çerçevesinde Eurogap adıyla örgütlenerek seçici davranmaları, yurtiçi zincir marketlerde de benzeri uygulamalara başlanacağı ve denetimin artacağı yönünde kaliteli üretim için bir aşama olacaktır.

Ciddi bir katma değer ve istihdam sağlayan gıda sanayinde, tarımsal sorunların yanı sıra kayıt dışı üretim, güçsüz küçük işletmelerin yoğunluğu, teknik personelin eğitim eksikliği gibi sorunlar büyüme performansını olumsuz etkileyen etkenlerdir.

AB Tarım ve Gıda mevzuatına uyum ve ilerleme ancak üreticilerin ve sanayicilerin birlik veya kooperatifler çerçevesinde örgütlenmesiyle gerçekleşebilir.

Geleceğimizi şimdiden oluşturmak için yepyeni bir vizyonda birleşmemiz gerekiyor. Sanayicisinden, akademik çevrelerine ve üreticisinden tarım teşkilatına kadar organize olmalıyız. Sanayici yeni pazarlar ve çiftçiye yeni ufuklar açmalı, akademisyenler gerçekçi, çiftçinin ve sanayicinin dilinden anlayan bir çerçevede verim artırıcı çalışmalara hız vermeli, çiftçi üretim kalitesinde çaba sarf etmeli, tarım teşkilatları ve üretici birlikleri çiftçi-sanayici ve araştırmacılar arasında etkin bir köprü rolü üstlenmelidir.

Yeni üretim alanları ve modelleri geliştirmeliyiz. Bu da özel sektör, devlet, sivil toplum örgütlerinin gerçekçi projeler üzerinde yoğunlaşacak çağdaş ve dinamik organizasyonları ve oluşturulacak sinerjiyle mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder